a
mefete ile bahis
ilbet
1xbetBetturkeyBetistKralbetSupertotobetTipobetMatadorbetMariobetBahis.comSahabet
M.Tolga KARACA

M.Tolga KARACA

30 Kasım 2024 Cumartesi

Demokratik Tiranlık – Köşe yazısı

Demokratik Tiranlık – Köşe yazısı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Monarşi ve totaliter rejimlerin karakteri olan Tiranlık, çoğu zaman az gelişmiş demokrasilerin, demokratik rejimlerin de  karakterine nüfuz ettiğine tanık oluyoruz.

Ankara’nın geçmiş dönem Belediye Başkanı, Başkanlık koltuğunda, Ak Parti Genel Başkanı’nın kararıyla alınan MG, Ankara Büyükşehir Belediyesinin kendisine tanıdığı yasal hakları, imkânları, Başkanlık statüsünü kullanmaya devam ettiğine yönelik haberler sıklıkla medyada yer almakta.

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ni yazan Thomas Jefferson Tiranlık hakkında şunları söylemiştir; “Halk, hükümetinden korktuğu zaman tiranlık; Hükümet, halkından korktuğu zaman özgürlük vardır.”  Türkçeye Fransızca tyran “zorba” sözcüğünden geçen Tiranlık kavramı Latince aynı anlama gelen tyrannus sözcüğünden türemiştir. Latinceye ise Grekçe tyránnos “egemen, iktidar sahibi, zorba” sözcüğünden geçmiştir.

Bu ve benzeri suiistimaller, insanları toplumları sisteme ve yurttaşlık sorumluluğuna karşı duyarsızlaştırıyor. Bu yönlü öne sürülen gerekçe kullanılan araç ve karşılığında sağlanılan kazanılan yararlılık, faydacılık sağlanmasıyla kalmıyor.

Eğer bu suiistimale kapı aralayan politikacılar bir de, “bizim davamız; ben değil, o değil kelimetullah davası, hak davası” gibi dinsel  çağrışım, politik demeçler vermeleri yok mu! Bu durum da, insanlar dinden, inançtan uzaklaşıyor. 

Manevi değerlerin önem ve anlamı, toplumda ki yerini saygınlığını yitiriyor. Yani söz konusu, kelimetullah’a ölçüsüz zarar verilmiş olunuyor. Ama, saki işin bu yönünü dikkate almıyor, işine gelmiyor.

Etrafındaki dalkavuklar, ” gün bu günden ibarettir, keyfini çıkart, aldırma sefihlerin, seni söylenmelerine” gibi.

İRAN, ŞİİA BAYRAĞINI TÜM ORTADOĞU’DA HAKİM..

İran’ın bütün gayreti, uğraşısı ŞİİA Mezhebini  bölgesinde  hâkim kılmak, bu davasını kelimetullaha, dine, Tanrı’ya dayandırarak, beşeri düşünceyi, insani ödev ve sorumlulukları etkisizleştirmek susturmak, İRAN,  toplumu, insanı üzerinde baskın karakterli siyaset, politika yaratmak istiyor, yaratıyor.

Monarşik rejimler, her zaman kendine Tanrısal gücü dayanak edinmiştir. İran da öyle.

İran’ da
Kum kenti sakinleri çevresinde son yıllarda Molla’ların konforlu yaşamları dikkat çekmekte, acaba bu konfor ve ayrıcalıklı yaşam da Tanrı’larının, Mezheplerinin gereği, emri mi? Bilinmez.

Geçtiğimiz günlerde  Tahran meydanları, İranlıların hayat pahalılığını, akaryakıt fiyatlarının yüksekliğini protesto etmekle geçti.

Bugün, İran’ın Cadde ve meydanları Amerikan karşıtlığı, General Kasım Süleymani’nin  öldürülmesini protesto eden miting ve gösterilerle dolup taşmakta. Amerika ile İran arasındaki siyasal sorunların ayrıntısına girmeden, kısaca neden ve sonuçlarına değinmek istiyorum.

Neden?

Türkiye 40 yıldır, “vatan bölünmez, şehitler ölmez” sloganlarını vatanın taşına toprağına kazıyarak yazıyor da; PKK Terör örgütünün lider kadrosuna yönelik tek bir operasyon yapmıyor. Ben hiç bir haber iletişim kaynağından Türkiye’nin, Murat Karayılan, Hüseyin Feyhman, Cemil Bayık ve  Emrullah Dursun gibi Pkk Terör örgütünün lider kadrosuna yönelik yapılan ciddi bir “istihbarat, gizli yürütülen takip” operasyon yapılmış olduğu kanaatinde değilim, 

“ajanslara da bu türden haberler yer almamakta” çünkü bu teröristler 40 seneden bu yana yaşamakta, yaşatılmaktadırlar. Parlamentoda ki üyeler de hiç bir zaman bu konuyu dile getirmemekte.

Türkiye, artık Pkk’nın lider kadrosunu etkisizleştirmeli yönlü sav ifade edilmemektedir,
yani bu politika, gündem dışı konu kategorisindeki yerini,  40 senedir sümen altı etmektedir.

[ Amerika, öyle yapmıyor..
Takibe alıyor ve yok ediyor..]

Türkiye’de gerekçe olarak, Amerika böyle istedi diye, terörist başına ayrıcalıklı, konforlu infaz ortamı sağlıyor.

İran’da öyle; geçmişte İran, Irak ile savaştı [1980-1988] amaç, savaşmak değil; İran İslam devrimini hâkim kılmak, bu savaş karmaşasından, muhalifleri sindirmek, ülkeyi yeni rejime hazırlamak.

Neticede, on yıla yakın süren savaşın kayda değer hiç bir kazanımı  olmadı.
Ölüm ve gözyaşının ötesinde. Amaç, mezhep değil;

Mezhebin Tanrısal gücünü kullanarak siyasi etkinliklerini artırmak ve bu vasıta ile dünyalık konfor, kendilerine iltimas sağlamak, bu diktaya sürdürülebilir bir mecra “imtiyaz” kazandırmak. Yazın bir kenara; İran, Kasım Süleymani için belki göstermelik küçük bir misilleme yapabilir, bunun dışında hiç bir şey.

İran, Nükleer çalışmasını da Dünya Atom Enerji Kurumu’nun direktifinin dışına taşıyamaz, çıkartmaz. Durum böyleyken dahi İran, büyük risk almış olur,
kendisini ABD ve müttefiklerinin hıncından koruyamayabilir.

Aynı Irak, benzeri bahaneler ile İran, aynı Irak’ın akıbetine uğrayabilir, bu beklenilen ihtimalde çok yüksek. Çünkü İran, kabında durmuyor.

Elini, gücünün sınırlarının ötesine, daha da ötesine uzatarak, bütün vücudunu ” varlığını” risk ediyor.

TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI ÜZERİNE

Bir işletmenin, bir insanın mutfağı ile yatak odası, işi ile banyosu arasında bir bağlantı, ilinti vardır. Pis pasaklı bir insan, temiz ve düzenli bir iş,  tertipli bir çalışma ortamı sağlayıp  kalite yaratamaz.

Ülkeler de öyle; iç politikada çok iyi ama dış politika çok kötü böyle bir şey yok.

Bir ülkenin, insanın,  bütün yaşamsal paradigmaları benzer paralellik gösterir
ve bu unsurlar birbirinin tamamlayıcısıdır.

Bu konunun üzerini açıp detaylandırmak istemiyorum da; medyanın magazin departmanına haber olan bazı görgülü görgüsüzlüğü tanımlayan yaşanılan hadiseler,
objektife takılan bilindik cinsten paparazi…

Biraz maddi  gelişme gösteren insanın, kendisinden 30,40 yaş daha küçük insanla aşk yaşama girişimi. Dünyanın enlerine ulaşma, sahiplenme güdüsü gibi..

TÜRKİYE’nin, Suriye’den sonra bir de Libya’ya yönelik  girişimi de buna benzer  bir şey. Suriye’nin bütün yükünü Türkiye taşıyor, neden? Bu yük, daha da katlanarak artıyor, devamı geliyor.

Madem Türkiye olarak alanda, sahada bir güç kullanıyoruz, güç kullanıyorsak, bunu kendi aleyhimize yönelik değil de lehimize yararlılık sağlayacağımız yönlü değiştirmemiz gerekmez mi?

Konuyu uzatmaya gerek yok, her şey ortada. Çok daha soğukkanlı, cezvesi geniş,
iletişim lisanı evrensel ve çağdaş normlara örtüşen bir dış politika diyorum.

Sonra insan, öle öldüre, yaka yıka değişim sağlayarak medenileşir. 1980 öncesi Türk insanı da benzer şeyler yaşadı.

Daha 15 Temmuz kalkışmasının üzerinden ne geçti ki.